31 Ağustos 2017 Perşembe

PRAG - KARLOVY VARY / MART 2013

Tur firmaları ile seyahat etmeme kuralımızı bozup, THY Uçuşlu Pronto Tur organizasyonu ile Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'a gidiyoruz. Prag Vaclav Havel Havalimanında bizi turun otobüsü ile deneyimli rehber Çetin Altan Şeynova karşılıyor. 15 senedir Prag'da yaşayan ve 9 yıldır da tur rehberliği yapan Çetin Altan, Prag'ı birçok Prag'lıdan iyi tanıyor. Otelimiz Eski Şehir Meydanı'na yürüme mesafesindeki Clarion Old Town Hotel (1). 4 Yıldızlı otelin çoğu odası Vltava Nehri'ni görüyor. Sigara içilen ve içilmeyen oda tipleri mevcut. Havaalanından şehre ulaştıktan sonra yarım günlük bir şehir turu yapıyoruz. Müteakip günlerde yapılacak olan Prag dışı ekstra turlara katılmayı düşünmediğimizden, 3 gün boyunca kent içi turumuzu planlamak için bu özet tur faydalı oluyor. Grubun Terezin-Dresden turuna gittiği günü ve döneceğimiz günün yarım gününü kenti dolaşmaya ayırıp, ününü çok duyduğumuz Karlovy Vary'ye gitme kararı alıyoruz.

-kaleden Prag görüntüsü-

Eski Çekoslavakya'nın şimdilerde ise Çek Cumhuriyeti'nin Başkenti Prag'ın resmi nüfusu 1,2 milyon olmakla birlikte, kayıtsız olarak yaşayan 300 bin kişi ile beraber 1,5 milyonu buluyor. Şehrin ortasından geçen Vltava nehri, Almanya sınırına yakın Sumava'dan doğuyor ve 430 km'lik uzunluğu sırasında Prag'ın içinden geçerek, Melnik'te Elbe Nehri ile birleşiyor. Prag şehri Avrupa kıtasının tam merkezinde kurulmuş. Kent, tarihi dokusuna ve fiziki sınırlarına göre beş ana bölümden oluşuyor. Eski Şehir, Yeni Şehir, Küçük Mahalle, Prag Kalesi (Hradcany) ve Yahudi Mahallesi.  Eski Şehir Meydanı ve buradaki Astronomi Saati (2) ile Tyn Kilisesi (3), Eski Şehir ile Küçük Mahalleyi birleştiren Karel (Charles - Karl) Köprüsü (4), Küçük Mahalle'nin sırtlarında yer alan ve içinde Aziz Vitus Katedralini (5) ve Cumhurbaşkanlığı Köşkünü barındıran Prag Kalesi (6), Prag Kalesinin içinde bulunan, üzerinde Çek yazar Franz Kafka'nın bir dönem yaşadığı evin de bulunduğu Altın Yol (7), Yahudi Mahallesinde yer alan Yahudi Mezarlığı (8) Prag' ın en çok turist çeken yerleri.

Avrupa'nın en eski kentlerinden olan Prag'ın kuruluşu 10. Yüzyılın başlarına rastlıyor. Avrupa ticaret yollarının kesiştiği nokta olma özelliğiyle yabancı tüccarlar için bir cazibe merkezi durumundaymış o tarihlerde. İlk hanedan Premysller'in iç çekişmeleri sonucunda, 935 yılında Prens Vaclav kardeşi Boleslav tarafından katledilmiş. Vaclav, ölümünden sonra Çek'lerin koruyucu azizi mertebesine ulaşmış (Aziz Vaclav). Kent, özellikle Kutsal Roma İmparatoru IV. Karl'ın hükümdarlığı döneminde Londra ve Paris'ten daha büyük ve görkemli bir şehre dönüşmüş. 16. Yüzyılda, dört yüzyıl iktidarda kalacak olan Avusturyalı Habsburg'lar iktidara geçmiş. Bu hanedanın üyesi Kral II. Rudolph'un ölümünün ardından 30 Yıl Savaşları'nı başlatan Protestan isyanları baş göstermiş. Protestanların kaybıyla sonuçlanan savaşın bıraktığı tahribat ancak 18. yüzyılda giderilebilmiş. Şehirdeki birçok güzel Barok kilise ve saray da bu dönemden kalma. 1918'e kadar Habsburglar tarafından yönetilen Prag, 1918 yılında bağımsız bir cumhuriyetin başkenti olabilmiş. II. Dünya Savaşı sırasındaki Alman işgalini izleyen 40 yıllık komünizm dönemini sona erdiren 1989'daki Kadife Devrim'in ardından 1993 yılında ülke Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak bölündü. Çek Cumhuriyeti 2004 yılından bu yana Avrupa Birliği üyesi olmakla birlikte Euro'ya geçiş yapmamış ve kendi parası Koruna'yı kullanıyor. Son dönemde Avrupa'nın geneline hakim olan ekonomik kriz, Çek Cumhuriyeti'ni hiç etkilememiş.

-trdelnik-

Çekler, dünyada kişi başına en çok bira tüketen millet. Kişi başına 250 litrelik yıllık tüketim ile, Almanları bile geride bırakıyorlar. En meşhur tatlıları Trdelnik ile kentin her yerinde karşılaşmak mümkün ve tadılması şart lezzetlerin başında geliyor. 1,5 milyon nüfuslu Prag'da işsizlik oranı % 0. Kişi başına düşen milli gelir 23.000 USD'nın üzerinde.

VLTAVA NEHRİ: (9)

Kenti ikiye bölen nehir, kent tarihi boyunca ressamlar, şairler ve müzisyenler için ilham kaynağı olmuş. Nazım Hikmet de 1956-58 yılları arasında Prag'da yaşamış.

-vltava nehri-

Nazım, Karel Köprüsü'nün Küçük Mahalle'deki ayaklarının hemen dibinde bulunan 3 Devekuşu (10)  isimli binada yaşamış (https://www.utripstrosu.eu/en/) ve her gün yürüyerek köprüyü Eski Şehir'e doğru geçip, köprüye 700-800 metre mesafedeki, şairlerin, yazarların, ressamların uğrak yeri olan Kavarna Slavia (11) isimli kahveye müdavim olmuş.
-3 devekuşu oteli-

Nazım Hikmet bu cafe-kahvede oturarak Vltava Nehri'ne bakar ve İstanbul Boğazı'nın hayalini kurarmış. Pek çok şiirini kaleme aldığı bu cafe'nin duvarlarını süsleyen yüzlerce ünlü ismin fotoğrafının arasında Nazım'ın da bir fotoğrafı asılıdır.


slavya kahvesinde oturan dostum tavfer'le,
vıltava suyuna karşı oturup,
tatlı tatlı yarenliği severim
hele sabahları hele baharda.
hele sabahları hele baharda
konuşurken dalar dalar gideriz
bir yitirir bir buluruz birbirimizi.
hele sabahları hele baharda.
prağ şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi.
nezval geçer taze çıkmış kabrinden
param parça yüreği de elinde
ve orhan veli'yle karşılaşırlar
urumeli hisarından gelir o
ve telli kavağa benzer orhanım
yüreciği delik deşik onun da.
biz de aynı loncadanız biliriz tavfer
zanaatların en kanlısı şairlik
sırların sırrını öğrenmek için
yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
vıltava suyunun köpüklerine
martı kuşlarıyla gelir istanbul...
lejyonerler köprüsüne gidelim tavfer
martı kuşlarına ekmek verelim.

Vltava Nehri 19. yüzyıla değin kentin bazı kesimlerinde büyük su taşkınları yaparak yıkımlara neden olmuş. En son 2002 yılında büyük bir sele neden olan nehir, yıkıcı etkilerine karşın, hem şehir için ulaşım ve taşıma yolu oluşturuyor hem de değirmenler, su kuleleri ve su bentleri ile ekonomiye katkıda bulunuyor.

-kampa adası-

1912 yılında Stvanice adası üzerine kurulan hidroelektrik santral, bugün Prag'ın elektrik ihtiyacının üçte birini karşılıyor. Yaz ayları boyunca da nehir üzerinde tekne ile turistik turlar düzenlenmekte. Nehrin Küçük Mahalle'ye yakın kısmında ve Karel Köprüsü'nden merdivenlerle ulaşılan Kampa Adası da (12) yaz ayları boyunca çeşitli sokak gösterilerine sahne oluyor.

ESKİ ŞEHİR:

-astronomi saati-

Eski Şehir, Prag'ın kalbi ve ana meydanı. Eski Şehir Meydanı, 1091 tarihli bir kaynakta pazar yeri olarak anılmaktaymış. 1338 Yılında Belediye Sarayı'nın (13) bu meydana yapılmasıyla bölge şehir niteliği kazanmış. Meydanı çevreleyen turistik yapılar Jan Hus Anıtı (14), Astronomi Saati, saatin hemen yanında, II.Dünya Savaşı'nda Hitler'in bombardımanı sırasında yarısı diklemesine yıkılmış, diğer yarısı hala ayakta olan bina, Tyn Kilisesi, Celetna Sokağı (15), Aziz Niclaus Kilisesi (16), Barut Kapısı'dır (17).

-tyn kilisesi-

Eski Belediye Sarayı'nın köşesinde bulunan Astronomi Saati, her saat başı değişik bir gösteri sergilediğinden, saat başına 5 dakika kala saatin önünü büyük bir kalabalık dolduruyor. En son gece 23.00'de olan saatin şovu, 00.00'da olmamakla birlikte o saatte izlemeye gelen yabancı turistlere gülmek ve alay etmek için Prag'lı gençler de saatin hemen altında saflarını alıyorlar.

YAHUDİ MAHALLESİ:

Ortaçağ'da Eski Şehir'de yaşayan iki ayrı yahudi cemaati varmış. Batıdan gelenler Eski-Yeni Sinagog Civarına (18), Bizans İmparatorluğu'ndan gelenler ise İspanyol Sinagogu (19) civarına yerleşmişler. Zamanla bu iki yerleşimin birleşmesiyle de ortaya kapalı bir getto çıkmış. 16. Yüzyılda utanç işareti olarak sarı halka takmak zorunda olan Yahudiler, II. Rudolf ve II. Joseph döneminde ayrımcılığın zayıflaması ile bir nebze rahat etmişler. II.Joseph anısına sonradan Josefov adını alan bölge 1850 yılında Prag kentine dahil edilmiş.

-yahudi mezarlığı-

Bu bölgede görülmesi gereken yerleri, Yahudi Mezarlığı, Eski-Yeni Sinagog ve Azize Agnes Manastırı (20) olarak saymak mümkün.
Yahudi Mezarlığı olarak adlandırılan alan, 300 yıldan uzun bir süre Yahudilere ayrılmış. 1478 yılında kurulmuş olan mezarlık, oldukça küçük bir alana sahip olmakla birlikte, üst üste 12 kat defin yapılması nedeniyle kayıtlara göre 12 bin civarı rahmetli barındırdığı söyleniyor. Bu mezarlığa son olarak 1787 yılında Moses Beck isimli bir yahudi gömülmüş.

PRAG KALESİ VE HRADCANY:

-prag kalesi-

Prag kentinin tarihi 9. yüzyılda Prens Botivoj'un kurduğu kale ile başlar. (https://www.hrad.cz/cs/prazsky-hrad-pro-navstevniky) Kale, Vltava Nehri'ne hakim konumu sayesinde, Premysllerin idaresindeki toprakların merkezi haline gelmiş. O tarihlerde kale duvarları içerisinde bir saray, üç kilise ve bir manastır bulunuyormuş. 1320 yılında kalenin dış kesimine Hradcany adında bir şehir kurulmuş. Kale 1918 yılından bu yana Cumhurbaşkanı'nın resmi ikametgahı. Her saat başı yapılan nöbet değişim töreni turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. 


-aziz vitus katedrali-

Kale duvarları içerisinde bulunan Aziz Vitus Katedrali kentin en göz alıcı sembolü olarak kabul ediliyor. İnşaatına 1344 yılında başlanan katedral 19 ve 20. yüzyılda mimar ve sanatçılar tarafından tamamlanmış. Katedralin içinde kraliyet mücevherleri ile Kral Vaclav'ın mezarı bulunuyor.


Yine kale duvarları içerisinde bulunan Altın Yol, adını 17. yüzyılda burada yaşayan kuyumculardan almış. Sokağın bir yanını oluşturan kale surlarının kemerleri içine Kral II.Rudolf tarafından 24 muhafız için yaptırılan parlak renkli küçük evler sıralanmış. Bir yüzyıl sonraya bölgeye gelen kuyumcular, yeniledikleri bu evlere taşınmışlar. 19. yüzyılda gecekondulaşan bölge yoksulların ve suça eğilimli Prag'lıların meskeni olmuş. 1950'li yıllarda restore edilen sokaktaki 22 numaralı evde Çek yazar Franz Kafka bir süre kız kardeşiyle birlikte yaşamış.

-mavi ev Kafka'nın yaşadığı ev-

KÜÇÜK MAHALLE:

Prag Kalesi ile Vltava Nehri arasında bulunan Küçük Mahalle 1257 yılında oluşmaya başlamış. 18. Yüzyıldan bu yana yeni binalar inşa edilmemiş. Aziz Niclaus Kilisesi (21), Kampa Adası, Wallenstein Sarayı (22), Nerudova Sokağı (23), Nazım Hikmet'in kaldığı Üç Devekuşu isimli bina, Karel Köprüsü bölgenin mutlaka görülmesi gereken mekanlarıdır. Küçük Mahalle'den Karel Köprüsü'ne girişe yakın, dünyanın tescil edilmiş en dar sokağı bulunuyor.

-iki bina arası sokak-

İki bina arasına sıkışmış sokakta karşılıklı geçiş mümkün değil. Bu nedenle sokağın her iki ucunda kırmızı ve yeşil ışıkla yaya trafiği düzenlenmiş. Birisi sokağa girdiğinde, öbür uçtaki girişte kırmızı ışık yanıyor.

-karel köprüsü-

13. Yüzyıla kadar nehir üzerinde aynı noktada inşa edilen bir çok köprünün, nehrin taşkınları nedeniyle sürekli yıkılması sonucunda, Kral IV. Karl'ın "yüzyıllar boyunca yıkılmayacak bir köprü istiyorum" emriyle 1357 yılında inşa edilen Karel Köprüsü, tam da Kral'ın istediği gibi 21. yüzyılda hala ayakta ve Prag'ın en popüler turistik mekanı.


Köprünün her iki tarafındaki korkuluklarda, her 10 metrede bir, yaklaşık 30 civarı heykel bulunuyor. Köprüye Küçük Mahalle tarafından girişte sağdaki ilk heykeldeki 4-5 figürün arasında bir de Osmanlı erkeği bulunuyor.

YENİ ŞEHİR:

Kentin daha modern binalarının bulunduğu ve çoğunlukla işyerlerinin yer aldığı bölümü. Nehir kıyısındaki Ulusal Tiyatro (24), sanata düşkün Prag halkının aralarında topladığı para ile inşa edilen görkemli bir yapı. Yapının hemen yanında Nazım Hikmet'in müdavimi olduğu Kavarna Slavia bulunuyor.

Üç ya da en fazla dört günün yeteceği Prag'da ( Karlovy Vary için mutlaka 1 gün ayrılmalı), mutlaka görülmesi gereken yerler:

1) Karel Köprüsü

2) Eski Şehir Meydanı (Astronomi Saati ve Celetna Sokağı )

3) Prag Kalesi (içinde Aziz Vitus Katedrali ve Altın Yol)

KARLOVY VARY: 

-karlovy vary-

Prag'dan iki saatlik kara yolculuğu ile ulaşılan Karlovy Vary (Karl'ın hamamı anlamında, İngilizce'de Carlsbad, Almanca'da Karlsbad) Batı Bohemya'da 1370 yılında İmparator IV. Karl tarafından kurulmuş (https://www.karlovyvary.cz/en). Şifalı termal kaplıcaları nedeniyle dünya zenginlerinin akınına uğrayan kasaba, porselenleri ve kağıt helvası ile de ünlü.


Her yıl 28 Haziran - 6 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Film Festivali de, sinema dünyasının en önemli etkinlikleri arasında sayılıyor. Bu tarihler arasında Hollywood'un ve dünya sinemasının bir çok ünlü ismi buraya geliyor.

-kaplıcalar-

Beethoven, Wagner, Brahms, Tolstoy, Marx, Freud, Atatürk, Goethe, Chopin, Ivan Turgenyev kent tarihi boyunca burayı ziyaret eden ünlü isimlerden bazıları. Rehberimizin belirttiğine göre Aydın Doğan ve Rahmi Koç da her sene 1 aylarını burada geçirmekteymişler.


Kente girişte hemen sağ tarafta Atatürk'ün kaldığı otel ve otelin dış duvarında Kemal Atatürk yazılı plaka görülebilir. Bu otelin tam karşısında ise halihazırda boş ve metruk durumda olan Avrupa'nın ilk beş yıldızlı oteli bulunuyor.


Bu yapıda 2006 yılında James Bond Casino Royale filmi çekilmiş. 6 Tır ile kente gelen Hollywood ekibinin, çekimler sonrası ayrılırken kente hediye olarak bıraktığı (filmde kullanılan) palmiye ağaçları, sert kış ayları boyunca özel bir kapalı alanda muhafaza edilip, yaz aylarında açık alandaki yerlerine taşınıyormuş.

-casino royale-

Prag'dan Karlovy Vary'e giden yol üzerinde Çeklerin en meşhur iki birasından biri olan Krosovice'nin fabrikası bulunuyor. Hemen hemen tüm turist otobüsleri burada mutlaka duruyor ve insanlar -2 derece soğuğa rağmen boğazı yakacak derecede soğuk bira içiyorlar. Krosovice, aslında Hollanda birası olarak dünyaca meşhur Heineken birasını da üretiyormuş.

-krosovice bira fabrikası-

ÇEK MUTFAĞI:

Çek halkı her türlü ete ziyadesiyle düşkün. Ülkenin coğrafyası gereği daha ziyade büyükbaş (geyik dahil) ve domuz, Çek mutfağının en temel besin maddeleri. Smažený Sýr (kızarmış peynir), řízek (şnitzel), tütsülenmiş domuz eti, domuz sosisi, balık ve tavuk en çok tüketilen gıdalar. Dünya genelinde tanınan ve içinde Pilsen ismi geçen tüm biraların da isim babası Çek Cumhuriyeti'nin Pilsen şehridir.

-kılavuz harita-


30 Ağustos 2017 Çarşamba

DENVER - BOULDER - CHICAGO - LAS VEGAS / MAYIS 2008

BOULDER


Çocukluğumuzda okuduğumuz Tom Miks, Teksas gibi çizgi romanlardaki Cherokee, Cayenne, Apache kızılderili kabilelerinin yaşadığı Colorado dağları. Boulder, aynı zamanda yine çocukluğumuzun dizisi Mork & Mindy'nin de (https://www.youtube.com/watch?v=YrlYLTVqMeI) geçtiği kasaba.


Colorado State University'nin en büyük yerleşkesinin bulunduğu kasabada emlak fiyatları çok yüksek. İnanılmaz derecede huzurlu, sakin bir kasaba. Tüm etkinliklerin toplandığı bölge ise Pearl isimli caddesi. Denver'a 45 dakika mesafede bulunan kasaba yakın geçmişte başka dizilere de set olmuş. 

CHICAGO 


Hindistan doğumlu İngiliz sanatçı Anish Kapoor tarafından 2004-2006 yılları arasında yapılan ve gayriresmi ismi "bean" olan Cloud Gate heykeli, Millenium Park'ın hemen girişinde yer alıyor. Paslanmaz çelikten yapılmış. Bizim lunaparklardaki güldüren aynalar gibi görüntü veriyor. 


Superman filmlerinde Clark Kent'in o tuhaf kıyafetiyle etrafında fırıl fırıl döndüğü meşhur Chicago Tribune binası. Magnificent Mile isimli, kentin alışveriş ve piyasa caddesinin başlangıcında arz-ı endam ediyor. Binanın altındaki hediyelik eşya dükkanında filme dair güzel hediyelikler var. Filmlerden söz açılmışken hatırlatmakta fayda var. Batman serisindeki Gotham City, Chicago'dan esinlenerek tasarlanmış.


Hancock Tower'dan "Gökdelenler Şehri" ya da " Rüzgarlı Şehir" (windy city) isimleriyle de anılan Chicago'nun görünümü. İnşaatı 1968 yılında tamamlanan Hancock Tower 344 metre yüksekliğinde. Açıldığı yıl itibariyle, New York dışında bulunan dünyanın en yüksek binası olmuş. Günümüzde de Chicago'nun dördüncü, ABD'nin altıncı yüksek binası. 

-shed akvaryumu-

1930 Yılında ziyarete açılan akvaryum, deniz canlısı, böcek, kuş, yılan vb 1500 tür canlıya, 25.000 balığa ev sahipliği yapıyor. Yılda 2 milyon kişinin ziyaret ettiği akvaryum, Chicago'nun en önemli turistik etkinliklerinin başında geliyor. https://www.youtube.com/watch?v=Gj49bp-5caQ

-water tower-
1869 Yılında inşa edildiğinde, kentin en yüksek yapısı olan bina, bugün Magnificent Mile üzerinde, gökdelenlerin arasında komik kalmış. 1871 yılındaki büyük Chicago yangınından sonra önem kazanmış. Günümüzde Chicago'nun sembollerinden birisi olarak turistlerden de ilgi görüyor. 

-navy pier-
Navy Pier, şehrin İllinois Gölü kıyısında kurulmuş bir eğlence alanı. Yapıldığı 1916 yılında 4,5 milyon $'a, bugünkü karşılığıyla 96 milyon $'a mal olmuş. https://www.youtube.com/watch?v=4wKMLR1G3K4


Navy Pier, göl taşımacılığının yoğun olduğu tarihlerde liman olarak önem kazanmış, ancak bugün daha çok restoran-barlarıyla, lunaparkıyla, yazın yapılan festivallere ev sahipliği yapmasıyla daha çok turistik bir alana dönüşmüş. 
Gece konaklayacak iseniz, canlı blues performansı izleyebileceğiniz Blue Chicago'yu tavsiye ederim (https://www.youtube.com/watch?v=XhxqBeHyz2M). İki ayrı mekana sahip Blue Chicago, Efes Pilsen Blues Festivalinde de izleme olanağı bulduğumuz gruplara sahne veriyor. 

LAS VEGAS 


ABD'de kumarın ve fuhuşun yasal olduğu tek şehir olması nedeniyle "Günahlar Şehri" (Sin City) olarak da anılan kent, Nevada eyaletinde, Mojave Çölü üzerinde bulunuyor. Günümüzde nüfusu 550.000 civarında olan şehir, klasik çöl iklimine sahip olup, gündüzleri 45 dereceye varan sıcaklığa karşın, geceleri ise üşütecek kadar soğuk olabiliyor. Bu nedenle de ziyaret için en uygun dönemin Eylül-Mayıs arası olduğu söyleniyor.
 

1993 Yılında açıldığında dünyanın en büyüğü, bugün ise ABD'nin en büyük, dünyanın da üçüncü büyük oteli olan MGM Grand Oteli, Las Vegas'ın tek caddesi diyebileceğimiz Las Vegas Bulvarının hemen başında konumlanmış. 15.930 metrekarelik casino'su, 5 açık havuzu, nehirleri ve çağlayanları olan otelin oda sayısı ise 6852. Benim kaldığım odada, 1997 yılında George Michael kalmış. https://www.youtube.com/watch?v=ztas-x7fktc


Metro Goldwyn Mayer'in sembolü olması nedeniyle olsa gerek, otelin içinde bir de aslan habitatı var. Hergün 3-4 aslan, bulundukları yerden, oteldeki Habitat'a kadar olan mesafeyi yer altındaki tünelden katederek getiriliyor. Aslanı da geçirmeyeceğini umut ederek yanaştığımız kurşun geçirmez camın ardından aslanları izliyoruz. Her 10-15 dakikada bir, habitatın içinden doğru değil de kalabalığın arka tarafından bir hoparlörle verilen aslan kükremesi, camın önünde biriken kalabalığın dağılmasına ve yeni izleyicilerin boşlukları doldurmasına yardımcı oluyor.


Ocean's 12 filminin çekildiği Bellagio Hotel'in tam karşısında bulunan Paris Hotel, özellikle geceleri muhteşem bir aydınlatma ve ışık oyunları ile Eiffel'i çöle taşıyor. Las Vegas'daki her otelin ve dolayısıyla casino'nun, müşteri çekmek için düzenlediği etkinlikler var. Paris Hotel de bu ışık oyunları ile insanları içine çekiyor.


Pussy Cat Dolls grubunun da bir mağazasının bulunduğu, Caesar's Palace Hotel'e ait alışveriş merkezi, dünyanın en lüks alışveriş merkezi olarak gösteriliyor.































LİZBON / EYLÜL 2012



Avrupa'nın ufak ve mütevazı başkentlerinden Lizbon.. Okyanusa dökülen Tajo nehrinin kıyısında kurulu Lizbon'un nüfusu yaklaşık 565.000. Rivayete göre Lizbon ismi güvenli liman anlamına gelen "Allis Ubbo"dan geliyormuş. 1255 yılından beri Portekiz'in başkenti olan Lizbon'da 1755 yılındaki depremde 100 bine yakın insan ölmüş.


Lizbon, geçmiş yüzyıllarda dünyanın bir çok bölgesinin keşfinin hareket noktası olmuş. Kıtanın okyanusa açılan ülkelerinden Portekiz de bir çok kaşif yetiştirmiş. Örneğin; 
João Fernandes Lavrador (1445–1501) Newfoundland’daki Labrador’a ulaşan ilk Avrupalı. Grönland’ın güneybatısı ve Kuzey Amerika’nın kuzeydoğusuna kadar gitti. 1901'de yeni keşifler için yeniden denize açıldı; ancak bir daha haber alınamadı. 
Bartolomeu Dias (c. 1450 – 1500) Portekiz’den yola çıkıp Ümit Burnu’na gitmişti. 
Pedro Álvares Cabral (c. 1467 – c. 1520) Brezilya’yı keşfetti. 
Vasco da Gama (c. 1469–1524) Ümit Burnu’nu aşarak deniz yoluyla Hindistan’a ulaşan ilk Avrupalı kaşifti. 


Ferdinand Magellan (1480–1521) Dünyanın çevresini dolaşmak için yola çıktı; fakat Filipinler’de öldürüldü. 
Pedro Fernandes de Queirós (1565-1614) İspanya tahtı adına Büyük Okyanus’ta keşifler yaptı. 
Luis Váez de Torres (1565- ? ) Büyük Okyanus’ta keşifler yapmıştı. 
Father António de Andrade (1580–1634) Tibet’e ulaşan ilk Avrupalı. Onun bu gezilerde tuttuğu notlar 18. yüzyılın ikinci yarısına dek Tibet’in kültürü ve coğrafyasına ait tek kaynak oldu. 


Biz de çağdaş kaşifler olarak, 30 Ağustos'a Cuma'yı da ekleyerek sağladığımız dört günlük tatilimizde Lizbon'un yolunu tutuyoruz.

25 NİSAN KÖPRÜSÜ

THY'nin 10.55 seferi ile 4 saat 45 dakikada Lizbon'un Portela havaalanına iniyoruz. Şehir merkezine ulaşımda birkaç seçenek var. Bunlardan en mantıklı olanı Aerobus'lar. 24 saat geçerli 3,5 Euro'luk biletlerle binilebilen Aerobus ile 20-25 dakikada şehir merkezine ulaşıyoruz.


Otelimiz Brown's Downtown (http://brownsdowntown.com), şehrin turistik merkezi olan Baixa'nın en önemli caddesi Rua Augusta'ya paralel uzanan Rua Dos Sapateiros'da. Lizbon'a gitmeyi düşünenlere tavsiye olunur. Ufak ama çok şık ve modern dizayn edilmiş odalarda I-Pad ve dev ekran Mac bilgisayar bulunuyor. Lobide sigara içilebiliyor ve ücretsiz kahve makinesi bulunuyor. 
Otele giriş yaptığımız saat 16 sularından, havanın karardığı 22'ye kadar gezmek ve yemek için vaktimiz var. Kısıtlı vaktimizi daha önce harita üzerinde belirlediğimiz, otele yakın bölgelerde yapacaklarımıza ayırıyoruz. İlk durağımız "Cafe Pastelaria Suiça". Birçok rehber kitapta Lizbon'da yapılacaklar listesinin başlarında yer alıyor. 


SUİÇA'NIN UNLU LEZZETLERİ EKONOMİK

Praça Dom Pedro IV meydanına bakan kafede 10 euro'ya 2 filtre kahve, bir su içiyoruz. Biraz dinlendikten sonra, belki de dünyada başka örneği olmayan bir asansöre gidiyoruz. Neogotik tarzda yapılmış Elevador de Santa Justa, aralarında kot farkı bulunan Baixia ile Bairo Alto semtlerini dikey birleştiriyor (24 saat geçerli Aerobus bileti burada da geçerli). Asansörden yukarıda indikten sonra, dar metal merdivenden 25-30 basamak daha çıkılınca, şehrin büyük bir kısmının izlenebildiği muhteşem bir teras var. 

ELEVADOR DE SANTA JUSTA


Asansörden Bairo Alto'ya bir köprüyle bağlanılıyor. Geçişi müteakiben ufak bir semt parkına çıkılıyor. Sokak müzisyenlerinin performans sergiledikleri, önündeki 4-5 masaya bira servisi yapılan minik büfe ve şehrin her yerinde karşınıza çıkabilecek olan haşhaş ve marihuana torbacılarıyla köşekapmaca oynanan bir park.


Kentin iki hatlı bir metro ağı var. Lizbonlular yoğun olarak metroyu kullanıyor. Metro istasyonları renkli ışıkları ve sıcağa meydan okuyan soğuk hava püskürtücüleri ile aynı zamanda alışveriş için de cazibe noktaları. Turistler ise daha çok trim de denilen tramvayı tercih ediyorlar. Zaten kentin tüm hediyelik eşyalarda işlenen sembolü de sarı tramvay. Bunların da en önemlisi ve turistler tarafından tercih edileni (rotası dolayısıyla) 28 numara.


İlk günün sakin programının ardından ertesi güne erken başlıyoruz. Siesta uygulaması olmayan ancak hayatın seyrini sieastaya göre planlayan Portekiz'de, dükkanlar 10 civarı açılıyor. Yaşam da o saatlerde başlıyor. Ana cadde üzerinde bulunan Casa Brasileira'da poşet siyah çay ve kruvasandan oluşan kahvaltımızı yapıyoruz. Lezzetli pastane ürünlerinin bulunduğu ve Portekizlilerin de çay yerine espresso tercih ettikleri bir mekan burası. 


İnsanlar, ürünlerin sergilendiği camekanın üzerinde hızlı ve pratik yapıyorlar kahvaltılarını. Giriş-kahvaltı-çıkış 10 dakikayı geçmiyor.
Kahvaltı sonrası Rua Augusta'nın sonundaki Praça Dom Pedro IV meydanının hemen bitimindeki gardan trene biniyoruz. 40 dakikalık bir seyahatle Sintra kasabasındayız. 

SINTRA


Sintra, aslında Lizbon eyaletinin alt belediyelerinden birisi. Nüfusu üçyüzbin civarı görünmekle birlikte, sokaklar son derece tenha ve sakin. Eser miktarda turist de dolanmasa yollarda, sokağa çıkma yasağı var sanılır. Dönüşte daha detaylı gezmek üzere buradaki süremizi kısa tutuyor ve bizi Avrupa'nın en batı noktası olan Cabo da Roca'ya götürecek olan otobüse biniyoruz. 
Cabo da Roca (https://www.visitportugal.com/en/content/cabo-da-roca)... 16. Yüzyılda Portekizli şair Luis de Comoes burası için "where the land ends and the sea begins" yani karanın bitip denizin başladığı yer demiş. 
Burada, okyanus sularında yüzerek yarım kalmış bir hayalimi gerçek kılmak istiyorum. Hayalim, Atlantik'in her iki tarafında da okyanusta yüzebilmek. Yıllar önce karşı tarafı halletmiştim. Birkaç yıl önce Fas'ta bu tarafı da halletmeme ramak kalmışken hava muhalefeti engel olmuştu. Bu kez fırsatı kaçırmak istemiyorum. Ancak bulunduğumuz nokta denizden 20-30 metre yüksekte.


Deniz seviyesinde olsak bile girmek mümkün değil. Denizin kayalıkları dövüşünü göz önüne alınca, burada denize girerek Lizbon'daki Türk Büyükelçiliği çalışanlarını cenaze işlemlerimle yormak istemiyorum. Türkiye'de olsa, çay bahçeleri, nargileciler, simitçi-kahveci-gazozcu istilasına uğrayabilecek mekanda bir souvenir, bir turizm bürosu ve bir de sıradan restoran bulunuyor. Turizm bürosunda 15 Euro hediyesi mukabilinde sertifikamızı alıyoruz. Sertifika, bir haftasonu Şile sahillerine gidip çektiğimiz fotoğrafları, kendilerine Lizbon diye gösterdiğimizi iddia edecek arkadaşlara kanıt niteliğinde. Janjanlı-mühürlü sertifikalarımızı alıp yeniden yollara düşüyoruz.


Cabo da Roca'dan sonraki durağımız Cascais. Birkaç yüzyıl önce balıkçı kasabası iken bugün Portekiz'in en önemli sayfiye yerlerinden biri olmuş Cascais. Nüfusu yaklaşık 160.000. Yaz ayları boyunca bu rakam 400.000'lere varıyormuş. Otobüsten indiğimiz noktaya en yakın plajı keşfediyor ve 30 dakika için 2 şezlong 1 şemsiyeye 20 euro ödüyoruz.


Deniz suyu sıcaklığı Cascais'liler tarafından kullanılmayan bir kavram. Yerel halk deniz suyu soğukluğu şeklinde kuruyor cümleyi. Benim girdiğim sırada su sıcaklığı 16 derece. Zira ben de, şezlongumdan denize kadarki mesafede, kum üzerinde alp disiplininde ilerlememi gerektirecek kalabalığa karşın, denizde niye kimse yok diye meraka kapılmıştım. 
Ritüelimi başarılı ama çok üşüyerek gerçekleştirmenin verdiği iç huzuruyla tekrar otobüse binip Sintra'ya dönüyoruz. Sintra merkezinden başka bir otobüsle dağlara tırmanıyor, otobüsün bıraktığı yerden mini tramvaylarla Saray'a ulaşıyoruz. Meşhur Pena Sarayı.(http://www.parquesdesintra.pt/en/parks-and- monuments/park-and-national-palace-of-pena).


Saraya giriş ücreti 11, tramvay ücreti 2 euro. Pena, ormanlık ve dağlık bir arazinin üzerine uçaktan düşmüş dev doğumgünü pastası görünümlü bir yapı. 1839'da kraliyet ailesinin yazlık sarayı olarak yapılan yapı, Disneyland'daki masal şatolarına benziyor. 


1995 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları listesine alınmış. Mimarisi Fas, Gotik ve Manuelin tarzların bir kombinasyonu. Portekiz'e gitmeyi planlayanların, listelerinin ilk sırasına yazmaları gereken bir durak burası. Şiddetle tavsiye ediyorum. 



Praça do Comercio


Devrisi günün programı çok yoğun. Casa Brasileira'daki kahvaltıdan sonra Rua Augusta caddesinin deniz tarafındaki Praça do Comercio meydanını ve Meydandan Rua Augusta'ya girişteki dev Tak'ı inceliyoruz. Burası eski zamanlarda Lizbon'a denizyoluyla gelenlerin şehre giriş yaptıkları, karşılandıkları meydanmış. 
Bir otobüse binerek, kentin Belem bölgesine ulaşıyoruz. Burada üç önemli durağımız var. İlki Padrao dos Descobrimentos (Kaşifler Anıtı). Yazımızın girişinde isimlerini saydığımız birçok Portekizli Kaşifin ve keşifler çağının hatırasına yapılan dev bir anıt. 

KAŞİFLER ANITI

3 Euro mukabilinde içindeki minik müzeyi gezebiliyor ve asansörle anıtın tepesine çıkabiliyorsunuz. Manzarası muhteşem. 

BELEM KULESİ

Kaşifler Anıtının 250-300 metre ilerisinde Torre de Belem (Belem Kulesi) bulunuyor. 1983 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları arasına alınan kule, 
16. yüzyıl başlarında Vasco De Gama'nın anısına Tajo Nehrinin girişinE, Lizbon'u denizden gelecek tehlikelere karşı savunmak amacıyla yapılmış. 


Belem'deki olmazsa olmaz durağımız ise Belem Turtacısı (Pasteis de Belem, https://pasteisdebelem.pt/en/). Belem Turta'sı Portekiz'in ve Lizbon'un uluslararası simgesi haline gelmiş. Milföy hamuruna benzer bir hamurdan kabın içerisine muhallebi doldurulmuş ve üstü hafif yakılmış gibi bir tatlı. Üzerine tarçın ya da pudra şekeri dökülerek yeniyor.


Asla yemediğim muhalebbiyi bu vesileyle denemiş oluyorum. Benim damak zevkime pek uymuyor ama adedi 1,05 euro olan turtanın haftaiçi 30.000, haftasonları ise 50.000'e varan günlük satış adedi, tatlının çok beğenildiğini gösteriyor. 


Tekrar merkeze dönüyor, Rua Augusta caddesinin bitimindeki Praça Dom Pedro IV meydanına komşu Praça de Figueira meydanından tramvaya binerek kentin yukarılarındaki Castelo de Sao Jorge kalesine çıkıyoruz. Kalenin manzarası olağanüstü. 


Tarihi anlamda kalenin içerisinde pek bir şey yok ancak manzarası ve serinliği için görülmeli. Kale, Lizbon şehrinin tarihte ilk kurulduğu mahalle olan Alfama'nın tepesinde konumlanmış.



Kaleden çıkıp denize kadar inen daracık sokaklardan geçerken eski fakat çok hoş evler, akşamları Portekiz'in yerel müziği olan Fado eşliğinde yemek yenilen 4-5 masalı minik restoranlar, kapılarının önünde oturup sohbet eden kadınlar, sokakta oynayan çocuklar bol fotoğraf malzemesi oluşturuyor.


Lizbon garının karşı sokağında Valentino isimli bir İtalyan Restoranı var. Her gece cıvıl cıvıl doluyor ve masa bulmak zor olabiliyor. Burada yediğim pizzayı talya'da bile yemedim diyebilirim. Makarnaları da çok güzel. Ancak şarap Lizbon genelinde hayal kırıklığı yarattı bende. Tercihlerimiz pahalı şaraplar olmadı ama ucuzuna da kaçmadık. Buna rağmen hiç iyi şarap içemedim. Türkiye'deki bir "kırmızısever" arkadaşıma Porto şarabı alıp getireyim diye düşündüm. Orta karar bir Porto şarabının 280 euro olduğunu görünce içkiye tövbe etme noktasına geldim.




Yeme-içme mekanlarına tavsiye olarak bir örnek de Casanova (https://www.pizzeriacasanova.pt/info.htmlv) verilebilir. Burası da bir İtalyan restoranı. Alfama bölgesinin deniz kenarında. Mekan küçük, masa az olunca tanımadığınız insanlarla dirsek dirseğe yemek yeniliyor. Ben bir ara sohbete dalmışken farkettim ki yanımdaki adamın pizzasını kesiyorum. Adamdan özür diledim. Adam da özrü kabul amacıyla bana kadeh kaldırdı. Ben de kadehime uzanınca farkettim ki, adam benim kadehi kaldırmış. Bu kargaşada eşlerimizi de karıştırmayalım diye hızlıca yiyip çıktık restorandan. Casanova'nın biraz ilerisinde Lux isimli bir gece kulübü var. Avrupa'nın sayılı mekanları arasında gösteriliyor. Ortakları arasında John Malkovich, müdavimleri arasında da Prince ve Cameron Diaz'ın bulunduğu mekana girmekten, yorgunluk, giriş serveti (ücreti diyemiyorum), müziğin ses düzeyi gibi faktörler nedeniyle vazgeçiyoruz. Ancak akşam saatlerinde 1-2 saat dinlenme imkanınız var ise gece 22'den sonra bu kulübe gitmenizi öneririm.
Rua Augusta caddesi üzerinde Ole Ha isimli bir hediyelik dükkanı var. Bugüne değin gördüğüm en renkli, cıvıl cıvıl dükkan. Akla hayale gelmeyecek tasarım ürünler var. Türkiye'deki eş-dostunuza buradan çok çeşitli ve Türkiye'de bulunmayan orijinal hediyeler alabilirsiniz.