22 Ağustos 2017 Salı

BAHAMALAR - GRAND CAYMAN - JAMAİKA - COZUMEL / EYLÜL 2006

FORT LAUDERDALE
Orlando'dan kiraladığımız otomobil ile, 4 saati geçen yolculuktan sonra cruise gemimizin (Caribbean Princess) hareket edeceği Fort Lauderdale limanına varıyoruz. Aracın yakıt ikmalini yapmak ve firmaya iade etmek, neredeyse yolculuk kadar yorucu oluyor.
Gemiye giriş işlemleri de (özellikle ABD vatandaşı olmayanlar için) bir hayli uzun ve sıkıntılı. Check-in yapılan yerde bavullarımız, kamaralarımıza bırakılmak üzere bizden alınıyor. Giriş işlemlerini yapan görevlilerin yaşları 80 ile 100 arasında değişiyor. Sırada bekleyen yolcular, çalışanlardan bir nesil daha genç. 65-85 arası. Yaşayan Ölülerin Şafağı’nın setinde gibiyiz. Yaşları 38 ile 47 arasında olan bizler, bayramda darülacezeye ziyarete gitmiş gibi görünüyoruz. İşlemler bitiyor, nihayet gemideyiz. Girişten kamaralarımıza ulaşım yaya olarak mümkün. Yaya olarak diyorum, zira teknik olarak mümkün olsa da dolmuş seferleri konsa, kimse yürümez o yolu. Koridorlar, asansörler, yeniden koridorlar, merdivenler, labirente bırakılmış kobayın ruhsal çöküntüsünü yaratıyor insanda.
 

CARIBBEAN PRINCESS
Gemi (http://www.princess.com/learn/ships/cb/index.html), 15 katlı. 3080 yolcu ile 1500'e yakın çalışan taşıyor. Bu nüfus, Türkiye'de birçok ilçe ve kasabanınkinden daha fazla. Giriş işlemleri sırasında gördüğüm ve gemide belki tanışma imkanı bulurum diye düşündüğüm 4 New York'lu kadını, müteakip 7 günde bir daha göremiyorum. Uzunca bir süre 6 havuz olduğunu sandığımız gemide 7. bir havuz olduğunu da gemideki son günümüzde görüyoruz. Havuzların yanı sıra golf sahaları, tenis kortları, gym salonları, bowling-masa tenisi, 1000 kişilik tiyatro salonu, çocuk oyun alanları (ki pek çocuk yok), geceleri havuz kenarındaki şezlonglara konulan minder ve battaniyelerle açık hava sineması, casino, mağazalar, diskotek, 6 adet bar ve muhtelif restoranlar var. Bir de gündüz havuz başında çeşitli oyun ve yarışmalar düzenleyen, geceleri de tiyatroda usta içi performanslar sergileyen animasyon takımı.

FORT LAUDERDALE
Limandan demir alma sırasında en üst güvertedeyiz. Kaptanın ikramı zannettiğimiz meyve kokteyllerini limandan ayrılırken keyifle yudumluyor ve daha sonra garsona 10'ar $ takdim ediyoruz. İlk gün gemiyi keşfetmekle meşgulüz. Zira o gün ve gece komple denizde geçecek. Bir süre kamaralarımızın yerini, nereden nasıl ulaşılırı ezberliyoruz. Sadece biz değil, ortalıkta dolaşan herkes, çaresiz ifadelerle bakıyor etrafa. Kahvaltı ile öğlen ve akşam yemekleri ücretsiz. Ancak bazı restoranlar ücretli. Gardroplarındaki en şık kıyafetlerini yanında getirmiş olan Amerikalılar bu restoranları tercih ediyorlar. Ortamın zarafeti hiç bize göre değil. Kapısından geçerken bile rahatsız oluyor ve halk tipi açık büfeye meylediyoruz. Sınırsız çeşite sahip açık büfeden, yeme özürlü birisi olarak sınırlı sayıda çeşidi tepsime alarak, okyanus manzaralı bir masaya oturuyorum. İçecekler, su ve poşet çay hariç ücretli. Ancak rakamlar abartılı değil. Yemek sonrasında çaylarımızı alıp güvertede sigara-puro keyfi yapıyoruz.


3000'in üzerinde yolcu, akıllara tıklım tepiş bir görüntü getirse de manzara öyle değil. 7 adet havuzda boş şezlong bulmak problem olmuyor (yoğurttan sonra Türklerin en mühim icadı olan havlu ile şezlong tutma yöntemini, dünyanın öte yakasında pek bilmiyorlar. Topluma, başkalarına veya kendilerine olan saygılarından belki de). Su ile olan ilişkisini uzun yıllardır sadece içmek ve duş almakla sınırlayan 60 yaş üzeri nüfus, havuzlara pek rağbet etmiyor. 


Kaldığım kamara bir iç kamara. Yani balkonu, camı yok. Dört duvar... Daha doğrusu dört ayna. Aynalar kamarayı oldukça büyük gösteriyor. Aslında kamara, bir french bed, bir aynalı masa, tv ve buzdolabının yer aldığı oda, banyo- tuvalet ve bir gardrop odasından oluşuyor. Banyodaki duş, geminin Etiyopya'da inşa edildiğini düşündürtecek kadar dar. Şampuanı almak için dirseğini bile bükemiyor insan. 130-140 kiloluk amerikalılar nasıl kullanıyorlar anlamak mümkün değil. Kamara gün ışığı almadığı için, ana rahmi karanlığında deliksiz uyku çekiliyor. Bazı kamaraların kapıları balonlarla ve çeşitli süslerle bezeniyor seyahat boyunca. Evlilik yıldönümü, yaşgünü, balayı gibi kutlamaları olan yolcuların kapıları bunlar. Seyahat sırasında bir de düğüne şahit oluyoruz. Ohio'lu olduğunu düşündüğümüz çift, 15-20 kişilik bir davetli grubu huzurunda, kaptan tarafından evlendiriliyor. Çok fazla çocuk yok gemide. Olanlar ise son derece tatlı ve ortama uyum sağlayan çocuklar. Alışkın olduğumuz manzara burada yok. Çocuklar havuzu cümbüş yerine, masa aralarını koşu pistine çevirmiyor (çocuk yetiştirme konusunda bizden daha mı başarılılar acaba...)

BAHAMALAR
Ertesi sabah, ana rahmi karanlığından Bahama'lara doğuyorum. Deniz hiç bilmediğim, görmediğim bir renk. Üzerinde hiçbir beton yapının olmadığı, ağaçtan imal birkaç tek katlı yapının olduğu yemyeşil adaya çıkıyoruz. Eser miktardaki ahşap yapıyı görmezseniz, deniz, kum ve yeşil ağaç dışında insan yapımı sadece şezlonglar var adada. Havlularımızı şezlonglara attığımız gibi denizdeyiz. Dışarısı 35-36 derece, deniz 28-29 derece. Dibi bembeyaz kum ve dalga yok. Suda çok uzun kalmayı sevmeyen ben bile çıkmak istemiyorum denizden.


Personelin gemiden indirdiği kazanlar, tabak-çatal-bıçaklar, içecekler ile öğlen yemeğimizi sahilde yiyoruz. Yemekten sonra, adedi 25 $'dan satılan maymun suratı çizilmiş hindistan cevizi kabuğunun içinde satılan meyvesuyu kokteylinden alıyor bazı zenginler. Ben satın almayıp, alınıp-içilip kumsala bırakılmış bir tanesini alıyorum anı niyetine.

25 $
2-3 hediyelik eşya dükkanından magnetlerimizi, baskılı t-shirtlerimizi alıp gemiye dönüyoruz 16.00 civarı. Geminin hareketini müteakip, duşunu alıp şıkır şıkır giyinmiş insanlar fışkırıyor kamaralardan. Açık havada kesif bir parfüm- deodorant kokusu. 
Gece yemek sonrası, havuz başında hazırlanmış olan movie under the stars'a katılıyoruz. Her bir şezlonga ince battaniye bırakılmış. Dev perdedeki filmi uzanarak seyrediyoruz. Görevli kızlar ücretsiz popcorn dağıtıyorlar.


Ertesi gün komple denizdeyiz. Çoğunlukla havuz başında geçirdiğimiz gün içerisinde, animasyon ekibinin ve medeni cesareti tavan yapmış ama yetenekten nasibini almamış Coni'lerin eğlencelerini izliyoruz. New York'lu 4 kadını görmek yine kısmet olmuyor. Zaman zaman sıcaktan bunalıp klimalı iç ortamlara girerek, ücretsiz göz taraması yapıyorum geminin muhtelif semtlerinde, ancak göremiyorum. Gece tiyatroda muhteşem bir gösteri izliyoruz. İsmini hiç duymadığımız bir stand-up'çı sahne alıyor. Salon alkıştan yıkılıyor. ABD'nin çok tanınan bir TV yıldızıymış. Bu misafir sanatçılar, ABD'den helikopter ile geminin o gün bulunduğu adaya getiriliyor. Geceyi gemide geçiren sanatçı, ertesi sabah varılan adadan ABD'ye yine helikopter ile dönüyor. Hafta boyunca her gece bir gösteri oluyor salonda. Salon tüm yolculara yeterli olmadığı için bir seans 19.30’da, bir seans da 21.30 da yapılıyor. Müzik grupları, sihirbazlar, kas yığını 2 adamın yaptığı akrobatik gösteriler (bu iki adamın gay çift olduklarını ertesi gün indiğimiz adada gözlemliyoruz), dans şovları ve müzikaller her gece ayrı bir program oluşturuyor. Şovun müzikal kısmında, kalabalık ekibin uyumu, müzik seçimleri, kıyafetlerin rengarenkliği, danslar, şarkılar, hepsi olağanüstü.



Sabah, Jamaica'nın Ocho Rios limanına yanaşıyoruz. Jamaica, Küba'nın güneyinde bir ada devlet. Nüfusu yaklaşık 2,7 milyon olan ülkenin başkenti Kingston. Gemiden inince, gemi halkı şehrin tarihi ve turistik yerlerini gezmek isteyenler ve denize girmek isteyenler olarak ayrılıyor. Biz denizi tercih eden gruptayız. Gemiden plaja uzanan yolda ilerlerken, bir çok taksici yanımıza gelerek kokain, extacy öneriyor. Aynı yürüyüş esnasında dev kalçalı kadınlar görüyoruz, rengarenk kıyafetler içerisinde. Kumsalda adedi 4 $'dan şezlong kiralayıp, ağaç gölgesine çekiyor ve yerleşiyoruz. Şezlongcu, İngilizceyi reggy aksanıyla konuşan bir zenci. Biz denizdeyken şezlonglarımızı tekrar güneşe çekiyor. Çıkınca kendisine şezlongları niye güneşe çektiğini soruyoruz. Bob Marley kıvamında melodik bir anlatımla, 30-40 metre yüksekliğindeki ağaçlardan kafamıza düşebilecek hindistan cevizlerini anlatıyor bolca yağman kullandığı konuşmasında.


Bu yağman'a Ferhan Şensoy'un Şans Kapıyı Kırınca filminden aşinayız. Ama Ferhan'ın uydurduğu bir kelime diye düşünmüştük hep. Şezlonglar konusunda yaptığı akılcı konuşmayı bitiren zenciye soruyoruz yağman'ı. Meğer yes man'miş yağman. Yağman, okula yeni başlayan 2 çocuğundan bahisle sırt çantalarımıza sulanıyor.


Çanta vermiyoruz ama fahiş fiyattan sattığı soğuk biralardan alarak, çocuklarının eğitimine hatırı sayılır katkıda bulunuyoruz. Plajda hemen yakınımızda Jamaica'lı bir anne-baba ve ikiz bebekleri güneşleniyor. Siyahi bir bebeği ilk kez yakından görüyor ve seviyorum. İnanılmaz tatlılar.


Gece geminin casino'sundayız. Oldukça büyük mekanda hemen her çeşit canlı oyun ve makine var. Gecenin sonunda kazandığım bir miktar parayı, gemideki mağazalardan birinde beğendiğim saati almak için kullanıyorum. Geminin en üst güvertesinde, tam ortadaki direğin tepesinde bir kamera var. Princess’ın web sayfasından on-line görüntü aktarıyor. Gece yarısına doğru o direğin altına gidip İstanbul’daki bir arkadaşımı arıyorum. Sitedeki görüntüden beni görüyor ve konuşurken ona el sallıyorum. Enteresan bir deneyim. Ben bugünü yaşıyorum, oysa arkadaşım yarına başlamış bile…


Ertesi gün yine denizdeyiz. Günümüz bol bol havuz ve güneşlenme ile geçiyor. Gemideki barlardan birinde bir piyanist şarkı söylüyor. Barda hiç oturmuyoruz ama bir yere ulaşmak için o barın içinden geçiliyor. Ve piyanisti sık sık görüyoruz. Adam piyanoyu ayakta çalıyor. Şarkı söylerken aralarda sık sık "tuber" diye bağırıyor dinleyiciyi coşturmak için. Oturaklı dinleyen değil de, gelip geçen olduğumuz halde biz bile coşuyoruz tuber ile, nedenini bilmeksizin.

GEORGETOWN - GRAND CAYMAN

Bir sonraki gün offshore bankacılığı ile meşhur Grand Cayman'deyiz. Christopher Columbus tarafından keşfedilen adanın başkenti George Town. Ülke nüfusu 60.000'e yakın. Seven Mile Beach isimli plajı dünyanın en popüler 10 plajı arasında. Denize girmek için biz de burayı seçiyoruz. İri ceviz büyüklüğünde yağmur yağıyor.


Yağmur suyu ılık, hava da rüzgarsız olunca üşümek mümkün değil. Tropik yağmurun altında denizde olmak çok keyifli. Ama kumda bıraktığımız eşyalarımız ıslanıyor. Toparlanıp, yağmur geçene kadar bir pizza-bar’a sığınıyor, sığınmışken de öğle yemeğimizi yiyoruz.


Çıplak ayaklı, mini kot etekli, mavi seksi atletli, sarışın, mavi gözlü bir genç kadın yapıyor servisi. (Evlen benimle, kurtarayım seni bu hayattan diyorum. Bu restoran benim diyor. Öyleyse sen beni kurtar diyorum.) Margarita pizzanın afrodizyak etkisini o gün keşfediyorum.


Akşam gemimiz hareket ederken, güverteden Caymanian sevgilimin restoranına bakıyorum, göz pınarlarımdan iki damla yaş süzülürken.
Geceyi, Skywalker Disco'da sonlandırıyoruz. Birkaç gün önce kaptana yemin eden Ohio'lu çift de burada. Nikahtan sonra ilk defa görüyoruz nedense. Damat duvağı kaldıralı 2-3 gün oldu daha ama, dans ederken gözleri periskop misali masaları tarıyor.

COZUMEL
Son durağımız Meksika'nın Cozumel adası. Cancun'un 60 km güneyinde, 70-80 bin nüfusa sahip bir ada. Cancun'dan sonra en meşhur tatil beldesi Meksika'nın. Sanchez'in taksisiyle adanın en güzel plajına gidiyoruz. Denize ilk girişimde, boyu biraz geçen mesafede, denizin dibinde Aztek kalıntısı taş heykeller görüyorum. Bugün tutkuyla devam etmekte olan şnorkel merakım o gün, orada başlıyor. Kıyıdaki dükkandan maske, şnorkel alıp kalıntılara yeniden dönüyorum. Kalıntıların denizin dibinde bırakılmış olması inanılır gibi değil. Şezlong görevlisi de aynı fikirde olmalı ki, onlar kalıntı değil, imitasyon taşlar diyor. Şnorkel ve maskeyi aldığım fiyattan daha azına geri verme çabalarım sonuç vermiyor. Gündüz adada yediğim bol baharatlı Meksika yemeklerinin doğal sonucunu, gece tabut büyüklüğündeki tuvalette yaşıyorum, tabut ve tuvaletin t ile başlayıp t ile bitmesi mucizesini düşünürken. Ertesi günü yine denizde geçirerek, Küba'yı tavaf ettiğimiz ama ziyaret edemediğimiz 1 haftalık seyahatimizin sonuna geliyoruz. Yaş ortalaması 100'e yaklaşan gemiden, kayıp vermeden ve New York'lu 4 kadını göremeden iniyoruz. 

YAKLAŞIK MALİYET: İstanbul-Miami uçuşu mil kullanarak bedava, 1 hafta crusie tam pansiyon 750 $, gemide ekstralar 120 $. Ancak cruise fiyatı menkul kıymetler borsası gibi hergün değişiklik gösterip, inip çıkabiliyor. Her gün cruise şirketinin web sayfasından takip etmek ve uygun fiyata indiğinde satın almak lazım. İstanbul'da bazı acenteler de bu turları satıyorlar. Ancak firmanın kendi sayfasından satın almak daha ucuza geliyor. .
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder