6 Eylül 2017 Çarşamba

NEW YORK / EYLÜL 2006

İstanbul'dan kalkacak olan Airbus 340 tipi uçağa binmek üzere, kalkış saatinden 4 saat önce Atatürk Havalimanına giriyorum. Uzun bir süre bu, ancak ne olur ne olmaz. Zira ABD'ye gidecek olan uçaklar için check-in ve güvenlik işlemleri diğer ülkelere gidişten daha zahmetli. Ayrı bir kontuardan check-in yapılıyor, farklı bir kapıdan uçağa biniliyor. Kapıdaki güvenlik tamamen ABD taleplerine göre yapılıyor. Ayakkabılar çıkartılıyor, içinde likit olan malzemeler minik saydam poşetlere konarak x-ray'den geçiriliyor. Bu aşamada yeni kullanıma başladığım parfümüme orada veda etmek zorunda kalıyorum.
Yaklaşık 11 saat sürecek uçuş için 2-5-2 şeklindeki koltuk düzeninden 2'li sıranın koridor koltuğuna yerleşiyorum. Koltuk arkadaşım ABD'li siyahi bir kadın. Daha uçak kalkmadan ne kadar konuşkan ve cana yakın olduğunu hissettiriyor. Neyse ki bir tanıdığına rastlıyor da onun yanındaki boş koltuğa göç ediyor.
ABD'ye uçuş bir ömür gibi. Kalkıştan sonra bir süre muhtelif gazete ve dergiler okuyorum. Epey bir zaman geçiyor. Saate bakıyorum. Henüz 50 dakika olmuş. Uyumayı deniyor ve kana kana uyuyorum. Uykumu ziyadesiyle almış olarak uyanıp önümdeki ekrandan henüz Fransa semalarında olduğumuzu görüyorum. Aynı ekrandan l,5 saatlik bir film izliyorum. Filmin bitiminde nihayet okyanusa ulaşıyoruz. Uçaktaki bir çok yolcu, uçağın 2 koridorunu tavaf ediyorlar. Sevap amaçlı değil ama bacaklarım açılsın diye onlara katılıyorum. JFK Havalimanının kapısında sevgilimle tekrar bir aradayım. Uzun nefesler çekiyorum. Kesmiyor, bir tane daha yakıyorum.
New York şehri (NY'lular Big Apple diyor), Manhattan, Brooklyn, Harlem, Bronx ve Queens'den oluşuyor. Manhattan hariç diğerleri daha ziyade yerleşim ağırlıklı.
Otelimiz Manhattan'da ve Times Square'e çok yakın. İmkanınız varsa Times Square'ı hem gündüz hem de gece görmenizi öneriyorum.

-bryant park-

Araç ve yaya trafiği günün 18-20 saati çok yoğun. Filmlerden aşina olduğumuz her 5-10 dakikada bir duyulan polis sireninin senaryo gereği değil gerçek olduğunu görüyoruz. New York, diğer ABD şehirlerinden farklı olarak Avrupa ülkelerine daha çok benziyor. İnsanların bedenleri burada daha normale yakın. Şık giyimli kadınlar ve erkekler bir ellerinde evrak çantaları diğerinde Starbucks bardağı ile telaşeli tempolarıyla akıyor kaldırımlardan. Kimse bir diğeriyle ilgilenmiyor sokaklarda. Herkesin kulağında bir kulaklık, özellikle metroda herkesin elinde bir kitap. Newyorker olmak kalabalıklar içinde yalnız olmak gibi birşey olsa gerek. Manhattan'ın kuzey yarısının tam ortasını Central Park kaplıyor. Kadıköy ilçesinin yarısı kadar var yüzölçümü. Koşanlar, bisiklete binenler, banklarda öğlen yemeği (hot-dog) yiyenler, paten yapanlar, çimenlere uzanıp güneşlenenler (Manhattan'ın güneş ışınlarını alabilen tek bölgesi sayılır), turistler parkı dolduruyor.
Kısa zamanda Manhattan'ı efektif dolaşabilmek için en iyi yol, Central Park'ın hemen güneyinde, Times Square'de hareket noktaları olan hop on-hop off'lara binmek. Yani iki katlı, kırmızı gezi otobüsleri. Her otobüste bir rehber mikrofonla dolaştığımız yerleri tanıtıyor. Ancak ABD'nin tarihi ve kültürü çok da eskilere dayanmadığı için verdiği bilgiler, Central Park manzaralı büyük, lüks bloklardaki dairelerin kira veya satış rakamları. Çizgi film karakterlerinin gözlerinde gördüğümüz $ sembolünü, kanlı canlı insanların gözünde de görebiliyorum. Amerikalıların dini imanı para.


Birinci gün kuzeye doğru Central Park'ın etrafını, Harlem'in de içinden geçerek dönen güzergahtaki hop on-hop off'da geçiriyoruz. Bir kez alınan bilet ile istenilen yerde otobüsten inip, görülecekleri görüp, en fazla l0-l5 dakika sonra gelen bir başka otobüse binilebiliyor. Kuzey turu sırasında bir kez Central Parkı, bir kez Harlem'deki tarihi Apollo Theater'ı ve bir kez de Guggenheim Müzesini ziyaret etmek için 3 kez otobüsten iniyoruz.

-apollo theatre-

Times Square'e yakın bir bölgede bulunan Bryant Park dev gökdelenler arasında küçük ama yemyeşil bir park. Güzel havalarda yakın civarda çalışanlar öğlen yemeklerini alıp burada yiyorlar. Kentin genelinde olduğu gibi burada da elinde karton kahve bardağı olmayan Amerikalı görmek mümkün değil.


2. gün, güneye doğru bir kez daha hop on-hop off'luyoruz. Güney kesimdeki ilgi çekici duraklar Wall Street, Ground Zero, Little Italy ve China Town. Little Italy'de Robert de Niro'nun doğduğu ev ve İkiz Kulelerin devasa temel çukuru Ground Zero gönül telimizi titretiyor.

-ground zero-

New York'ta tadılması gereken en önemli lezzet Bagel. Hemen her kahve dükkanında 2-3 dakikada hazırlanıyor. Arasına istenilen malzemelerin konulmasıyla enfes bir yiyecek haline geliyor.


Sayılanların yanısıra Brooklyn Köprüsü, Özgürlük Anıtı'nın bulunduğu Liberty Island, Empire State binası, Times Square'de Planet Hollywood ve Olive Garden Restaurant, China Town'da l$ dükkanları, Wall Street'in hemen karşısındaki Trinity Church (Nicholas Cage'in National Treasure: Book of Secrets'ın final sahnelerinin çekildiği kilise) görülmesi gereken yerler. Ancak l00-l50 metre uzunluğunda, dar ve sevimsiz bir sokak olan Wall Street hayal kırıklığı yaratıyor. Dünyanın finans merkezinin bu küçücük sokak olması şaşkınlık yaratıyor.
ABD'de katılınan etkinliklerde veya ziyaret edilecek mekanlarda sıraya giriliyor. Örneğin Empire State binasına çıkacaksanız asansör kuyruğuna giriyorsunuz. Ancak örneğine sadece ABD'de rastlanacak bir paragözlülükle, quick line denilen bir sıra daha var yanda. Birkaç dolar vererek uzun kuyruğa girmeden hedefe ulaşabiliyorsunuz.
Özgürlük Anıtını adaya giderek ziyaret etmek gereksiz bir vakit ve nakit kaybı. Saatlerce kuyruk bekleyerek tekneye biniliyor ve adada aşağıdan yukarıya heykele bakıp dönülüyor. Heykeli Manhattan'dan seyretmek daha rahat ve bedava.
Büyüklük merakını hayatın her alanına yansıtan Amerikalılar yiyecek ve içecek boyutlarını da fazlasıyla abartıyorlar. Et yemek istediğinizde ufak bir sandal boyutundaki tabakta, dananın ortasından boylu boyunca alınmış bir kesit 5-6 santim kalınlığında geliyor. Bu porsiyon, Türkiye'de bazı ailelerin l haftada tükettiği et miktarına eşit. Coca Cola bardağını, taşıma problemi olmasa memlekete getirip çöp kovası olarak kullanmak mümkün.
New York'daki son günümde, Orlando'ya geçmek üzere JFK Havalimanı'nda sevgilimle bir süreliğine yeniden ayrılıyorum.
not: seyahat sırasında fotoğraf makinem çalındığından, ilk fotoğraf hariç, diğerleri internetten temin edilmiştir.


































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder