1 Eylül 2017 Cuma

HELSİNKİ - TALİN / EKİM 2011


Helsinki... Türklerle aynı soydan geldiği söylenen Finlilerin başkenti... Talinn... Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden, şimdilerde ise bağımsız Estonya'nın başkenti. 1 hafta sürecek olan seyahatimiz, İstanbul-Helsinki uçuşuyla başlıyor. Teknik olarak gece saat 20.00 civarı inmemiz ve saat 21.00 civarı feribota binerek Talinn'e geçmemiz gerekiyor. Ancak İzlanda'daki yanardağ patlaması hava trafiğini felç etmiş durumda. Dolayısıyla Helsinki'ye gecikmeli iniyoruz. Şehrin bir ucundaki havaalanından, diğer ucundaki feribot terminaline, otobüsle gidiyoruz. Terminaldeki emanet dolaplarına bavullarımızı bırakıp 2 saat sonra dönmek üzere şehir merkezine dönüyoruz. Aklımız emanet dolaplarındaki bavullarımızda. Ya çalınırlarsa? Fakat kilitsiz dolaplara bile bıraksanız soyulmanız çok az olasılık Finlandiya'da. 
Aylardan Ekim. Hava mevsim normallerinde. Ama oranın mevsim normalleri biraz farklı. Finliler yerlere tükürmüyorlar. Tükürük o coğrafyada maddenin sıvı halinde değil çünkü. Altta, pantolon içinde uçları çorap içine sokulmuş eşofman. Üstünde, içi polar kaplı outdoor pantolon. Üstte en içte fanila, üstü yün fanila, üstü yün gömlek, üstü polar kazak, üstü anorak. Kafada yün bere. Benim ve seyahat arkadaşımın genel görünümü böyle. Helsinki'li kadınlar ise, bizdeki Ağustos sonu, Eylül başı kıyafetleri ile arzı endam etmişler sokaklara. Simit bölgesinden çatala kadar olan bölge ve dahi çatal açıkta. 
Merkez tren garının kapısında sigara içiyoruz. Yanımıza bir evsiz yanaşıyor. Elinde içki şişesi. Sigara istiyor bizden, önce anlamadığımız Suomi dilinde, sonra bizimkinden daha iyi bir İngilizce ile. 


Saat 22.00'de feribota biniyoruz. Feribot deyince, bizim Yenikapı-Bandırma feribotunu değil de haftanın 2-3 günü Karaköy Salıpazarı limanına yanaşan cruise gemilerini getirin gözünüzün önüne. Bu devasa feribotlar gün boyunca 15-20 kez civarında 2 şehir arasında gidip geliyorlar. O kadar insan niye gidiyorsa artık karşı ülkeye. 
Gece saat 00.00 civarı Talinn'e ayak basıyor ve limana yakın otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz yakışıklı değil ama içi güzel. Sabah kahvaltı sonrası atıyoruz kendimizi yollara. Kentin içinde eski kent denilen bir bölge var. Bir tepenin yamaçlarına kurulmuş. Tepede kalemsi bir yapı var. Kalemsi diyorum zira futbol kalesinden az büyük. Tepeden manzara çok güzel. Kuzey ülkelerin klasik dik çatılı binaları. Bütün şehir görülebiliyor buradan. Gün boyunca dolaşıyoruz ama çok da bir şey yok görülecek. Eski kent bir günde bitiyor. 


Gece son derece otantik bir restoranda pizza yiyoruz. 2 katlı, eski bir yapıyı ahşap ağırlıklı dekore etmişler ve loş aydınlatmışlar. Müzik, servis, pizzalar ve şarap atmosferin keyfine uyum sağlayacak kalitede.


Talinn'de 1. güne benzer geçen 2. ve 3. günün ardından tekrar Helsinki'ye dönüyoruz. Helsinki enteresan bir şehir. Londra veya Paris'teki gibi çok fazla yabancı görmek mümkün değil. Finliler ise, erkekleri Hidayet Türkoğlu'nun Brad Pitt kafalısı, kadınları Nevriye Yılmaz'ın Angelina Jolie kafalısı şeklinde özetlenebilir. Bir kaç saat dolaştıktan sonra bu durum yadırgatıcı olmaktan çıkıyor. İstanbul'da görsek arkasından dakikalarca bakacağımız güzel kadınlara bakmaz oluyoruz. Zaten güzel kadınlar da bize bakmıyorlar. Çünkü kafalarını hiç aşağı eğmiyorlar. 
Şehirde varoş, kenar mahalle, gecekondu şeklinde tabir edilecek bir yerleşim bölgesi sanırım hiç yok. Sokaklarda yürüyen insanların kıyafetlerinden anlaşıldığı kadarıyla hemen herkes birbirine yakın gelir seviyesinde. Ama seviye bir hayli yüksek. 
Şehrin kuzey kısmında, deniz kenarında kapalı ve geniş bir çarşı var. Bizim Mısır Çarşı'sının oldukça tekamül etmiş hali. İçinde yan yana sıralanmış onlarca şarküteri ve yiyecekçi mevcut.  


Müthiş genişlikte bir cadde var şehir merkezinde. O kadar geniş ki bu cadde, ortasında 80-90 metre eninde bir park ve parkın her iki yanında biri gidiş biri geliş istikametinde olmak üzere 2 Champs Elyseles düşünün. 
Yemek konusunda pek sıkıntı çekmiyoruz. Zira yurt dışı seyahatlerimizin vazgeçilmezi olan McDonalds's ve Pizza Hut her yerde bulunuyor. En büyük sıkıntı, yabancı bir ülkede ilk kez yaşadığımız harita okuma problemi. Elimizde Helsinki haritası var. Fakat tüm cadde ve sokak isimleri, okunduktan 3 saniye sonra tekrar telaffuz edilmesi imkansız isimler. 

                            Hameenlinnanvayia Cad, 

                   Skoksbackavagen Cad,  Huopalahdente Sok


Otelimizin bulunduğu bloğun köşesinde bir bar var. Otel limana yakın, yani şehir merkezinde değil. Dolayısıyla bar da tıklım tepiş kalabalık değil. Son derece büyük bir bar. Kararında bir ses düzeyinde  şık müzikler çalıyor. Bilardo oynayanların yanısıra, masalarda monopoly, Upwords, Tabu oynayanlar var. Bizim ise oturduğumuz masada ayaklarımız yere değmiyor, Gulliver'in kulakları çınlasın. 
Barın ismi Ernest Hemingway. Yazarın romanlarını yazdığı daktilo, pipo, bazı kıyafetleri gibi şahsi eşyalarını yakından inceleme fırsatı buluyoruz. Üstadın eserlerinin bu paslanmış, köhne Royal daktilodan çıkmış olduğunu hayretle idrak ediyoruz. 

-hemingway'in daktilosu-

Her iki ülkede de kar yağışına denk gelmeyişimiz ve bizlere göre çok soğuk olsa da Kuzey insanları için makul hava koşullarının olması şansımız. Özellikle Helsinki'nin en kötü tarafı ise, hava sabah 10.00'u geçe aydınlanıyor ve 15.00-
15.30 gibi kararıyor. Uzun dönem yaşanacak bir ruh hali değil yani. " Yaşamak için güçlü sebepleri olanlar, ölmek için güçlü sebepleri olanları hiçbir zaman anlayamamışlardır" sözünün bir İskandinavdan çıkmış olması boşuna değil demek ki.












































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder